Bu yıl ki yaz tatilimizin bir kısmını Göldağı gezisine ayırdık. Dağın güney yamacında küçükbaş hayvancılığı yapan akrabalarımızla iletişime geçerek yaptığımız bir gezi planı neticesinde Ankara'dan hareketle yollara revan olduk.
Göldağı, Malatya'nın Arapgir ilçesinin kuzeyini bir kale duvarı gibi sarmalayan, bölgeyle bütünleşen, duruşu ve şekliyle ilçenin simgesi haline gelen, 2400 rakımlı bir dağdır. Erzincan için Munzur Dağı, Bursa için Uludağ, Kayseri için Erciyes, Ağrı için Ağrı Dağı, Hakkari için Cilo Dağı ve Adana için Toroslar neyi ifade ediyorsa Arapgir için Göldağı'nın anlamı, duruşu ve hikayesi de odur.
Göldağı'nın Arapgir için simge haline gelen şeklini fotoğraf makinalarının icadıyla çekilen ilk fotoğraflardan görebildiğimiz gibi ressamların fırça vuruşlarının ilham kaynağı eserlerinden de görebiliyoruz.
Göldağı, bölgenin iklimini birbirinden ayıran özelliğiyle de dikkat çekicidir. Güney cephesi aşırı sıcaklığıyla kendisini hissettiren Malatya Ovası'na nazır iken kuzey cephesi de serin havasıyla insanı mest eden Sarıçiçek Yaylası'na nazırdır.
Göldağı'nın, buğday tarımı için elverişli güney eteklerine takılan ovaya mukabil kuzey eteklerindeyse bolca akan suların yetiştirdiği meyve ağaçlarının Adn cenetini andıran yeşil bahçelerin muhteşem manzarasını görürsün.
Çocukluğum Göldağı'nın kuzey eteklerine en uzak mesafede yer alan Sarıçiçek Yaylası'nın Tarhan köyünde geçti. Ortaokul ve liseyi okurken de dağın en yakın eteğinde kurulan Ulupunar mahallesinde oturuyorduk.
Göldağı'nın güneye bakan yamaçları küçükbaş hayvancılığı için elverişli olduğundan bu uğraşı, tarihin derinliklerinden günümüze hiç aksamadan, nesilden nesile gelen bir geçim kaynağı oluvermiş ve hala devam etmektedir.
Öyle ki bu dağın yamaçlarında yedi ay boyunca beslenen koyun sütünden üretilen peynirin lezzeti Arapgir sınırlarını aşmış, 'Satikli Peyniri' adıyla ulusal bir lezzetin markası olmuştur. Çocukluğumda bu peynirlerin türlü zorluklar altında şehir merkezine nasıl taşındığına hep şahit olmuşumdur. Peynir taşımacılığında yük hayvanı olarak katırlar kullanılırdı. Dayanıklı ve güçlü hayvanlardı çünkü. Dağın zirvesinden dik yamaçlı patika yollardan inilirdi. Elli yıl önceki imkanlar da düşünüldüğünde araçların kullanabileceği yollar, sadece hayallerde mevcuttu.
Peynirle uğraşan bu insanların yedi ay boyunca kalıp barındıkları ve bize göre dağın arkası olan bu yaşam ortamları ki hele hele orada geçirdikleri hayatlarıyla alakalı anlattıkları heyecan dolu ve tatlı hikayeleri sebebiyle o dağın arkası bana hep gizemli olmuş ve hayalimi de masal diyarı gibi süslemiştir.
Bu yaz, planladığımız Göldağı gezimizin asıl sebebi de bu masal diyarını gezip görmekti. Mecburi bir sebep olmadan oraları görmek mümkün olmadığı için o insanların hayatını sadece anlatılan hikayelerden biliyorduk.
Satikli Peyniri, lezzetiyle Ankaralıların da damağında tadını bırakınca Ankaralı damadım o ortamı yerinde görmek istedi. Dağa çıkmanın zor ve çileli olduğunu söylesem de vazgeçirememiştim. Bir yerde hak da vermedim değil; çünkü haklı olarak eşinin memleketini merak ediyordu.
Daha önce anlaştığımız gibi kardeşimin bacanağının oğlu Fevzi'nin bizi beklediği yere kadar gelmiştik. Buluşacağımız bu mekanı da Satikli (Konducak) köyü muhtarı Hasan Akkaya tarif etmişti. Fevzi'nin dayısı Hasan'ı her sene mutlaka ziyaret eder yaşlı anesi Ayşe teyzemizin elini öper duasını alırız. Ayşe teyzemiz ayrıca kardeşim Abdurrahman'ın kayınvalidesi olur. Bu yıl da mutat ziyaretimizi yapıp biraz dinlendikten sonra Fevzi ile buluşacağımız noktaya doğru ikinci bir hamle ile köyden ayrıldık. Aracımızı bırakacağımız köy Günyüzü köyüydü. Yolculuğumuzun bu köye kadar olan kısmı asfalttı. Yolun asıl çileli kısmı çadırlara kadar olan stabilize dağ yoluydu. Arazi aracıyla gelmişti Fevzi bu yüzden. Köyün girişine park ettiğimiz aracın yerini güvenli bulmayan Günyüzülü iyi yürekli bir hanımefendinin uyarısı, bilahare yabacı olduğumuzu anlayan bir ailenin bize yardımcı olmak istemesi, yolda geçen gençlerin sıcak ilgisi insanlık adına ilgi çekiciydi.
Yolculuğumuzun heyecanlı kısmı aracımızı güvenli yere park edince başlamıştı. Özel eşyamızı Fevzi'nin aracına alıp yerleşmiştik koltuklarımıza. Tırmanışa geçip biraz ilerlediğimizde yolun darlığı ve uçurum görüntüsünün verdiği korku sebebiyle sol tarafımıza bakamıyorduk. Yol boyunca dağ yamaçlarında gördüğümüz parça parça koyun sürüleri açılan papatya çiçekleri gibiydi. Dağdan yuvarlanacakmış gibi göze çarpan manzarası bir yerde dağın heybetinden kaynaklanıyordu. Hele hele sıra halinde dizilen, uçaktan bakıldığında şehrin evlerini andıran bal petekleri yok mu, ıssız yaylanın coşkulu manzarasıydı adeta. Çoğunu birinci vitesle tırmandığımız yol, zirveye en yakın düzlüğüne kurulan çadırlarda son bulmuştu. Manzara bizim için muhteşemdi. Masal diyarı bizi de içine çekmişti. Çadırlara girerken Orta Asya'dan Anadolu'ya girişte ecdadımızın çadır hayatları geçti gözümün önünde. Devlet kuran atalarımızın toylarına oturuyormuşum gibi gelmişti bana.
Modern çadırların da olduğu obada asıl dikkati çeken keçi kılından yapılmış ata yadigarı çadırlardı. Bu çadıra buyur edilmiştik. Ancak içince anlaşılabilecek ikramlık buz gibi ayranın tadını anlatmaya tabi ki kelimeler kifayetsiz kalır. Sofradaki yoğurtlar cennet taamını andırıyordu. Kısa bir hasbihalden sonra kurulan sofradaki etli ziyafet çileli çıkışın bir ödülü gibiydi.
Devletin dağın zirvesine kadar açtığı dağ yoluna ek olarak her çadırın yanıbaşına getirdiği içme suyu muhteşem bir hizmetti. Küçükbaş hayvancılığı atadan tevarüs eden bir gelenek olsa da devletin teşvikleri verdiği hizmetlerle kendisini gösteriyordu.
Sonunda yıllar sonra da olsa tadına varamadığımız marka değerli 'Satikli Peyniri'nin hazırlandığı mekandaydık. O güzelim peynirlerin hikayesinin başladığı yerdeydik. O muhteşem peynirin el emeği ve göz nuru değen kahramanların arasındaydık. Basri abimizdi obanın direği. Fevzi, Ramazan ve Yasin kardeşler sürüyü nöbetleşe sevk ve idare eden alplerdi. Emine abla bir Hayme anaydı. Gelinleri de geleceğin Hayme analarıydı. Bunlardı o diyarın kahramanları ve ismini burada dile getirenediğim daha nice diğer kahramanlar. Hepsi birbirinden güzel bu insanlar, kirli dünyanın temiz kısmında tertemiz kalmış ender insanlardı. Örf ve adetin tüm incelikleriyle işlendiği kültürün taşıyıcı önderleridi. Edep, adap ve terbiyenin imlek imlek işlendiği ruhların sahibi insanlardı bunlar. Doğanın, Hüda'dan geldiği gibi kalan saf ve temiz manzarasına eş bir insanlığın varlığını sürdürdüğü yaylada bir an durmak, Arafat'ta bir an duruşa bedel arınmanın vakfesi olmuştu bize. Fabrika ayarlarına dönüşün gerçekleştiği ayar merkezi olmuştu bize.
Akşam ezanıyla birlikte sürü girmişti ağıllarına. İki yüz koyunla elliye yakın keçinin akşamlık sağımı Emine ablanın eliyle gerçekleşmişti. Biriken sütlerin o serin havada gündüze bırakılmadan peynire dönüştürülmesi belki de o marka peynirin ilk tılsımıydı. Sürü günde iki kez sağılır ve aynı işlem peş peşe yapılırdı sonraki öğüne bırakılmadan. Tüm bu işleri yerinde görmek, tek kelimeyle harikaydı. Tuzlanması, bidonlara yerleştirilmesi sonra da verilen siparişlerin teslim tarihine kadar serin ve ışıksız bir ortamda muhafazası başka bir tılsımını oluşturuyordu güzelim peynirlerin...
Çadır alanına girenin gözüne sürü için biri kapalı diğeri de açık olmak üzere oluşturulmuş iki ağıl ilişir. Sürü karanlık çöktüğünde ağıla alınır; haliyle ışığın yetersizliğinden daha önce yaşanan birtakım zorluklar son zamanlarda güneş enerjisi panellerinin kullanılmasıyla asgari seviyeye inmiş, çadır alanı adeta şehir ortamını aratmayacak bir aydınlığa kavuşmuş olduğundan keyiflerine diyecek yok gibiydi. Fazla enerji tüketmeyen let lambaları kullanılıyordu. Panellerden enerji üreten sistem cep telefonu bataryalarını da çok rahat şarj edebiliyordu. İnternet bağlantıları mevcuttu ve sosyal medyayı da kullanıyorlardı akıllı telefonları aracılığıyla. Dört yaşında Emine Yüsra adında bir kız torunu vardı Basri abinin, izlediği çizgi filimlerden olsa gerek İstanbul lehçesi Türkçeyle konuşuyordu obanın çadırları arasında. Çocukların bu durumuna mukabil büyüklerin ise sosyal medyadan olayları günlük takip etmeleri konuşmalarına yansıyordu. Berrak bir zihne sahip oldukları için olayları yorumlamaları hikmetten hali olmuyordu.
Teknolojik ilerleme ve gelişmiş ülke olmanın verdiği imkanlarından yararlanmalarının işlerini daha kolay hale getirmişliği; yolların olmadığı, iletişimin bugünkü gibi kullanılmadığı dönemlerde dağın zirvesi aşılarak katırlarla taşınan yüklerin şimdi beygir gücü yüksek arazi koşullarına uygun araçlarla taşınması; ihtiyaç duyulan malzemelerin günübirlik alınıyor olmasının sağladığı kolaylıklar devletin sahipnirliğini göstermesi adına önemli birer husus olarak çıkıyor karşımıza. İletişim sorunları hiç yoktu. Ürettikleri peynirler sadece ilçelerinde tüketilirken şimdilerde ülkenin dört bir yanına ulaşabiliyordu.
Masal diyarının kahramanlarını yerinde görmek önemliydi benim için. Merakımı gideren birçok bilgiye ulaşmıştım. Bu dağa, neden göl dağı dendiğini de bir çırpıda anlatmıştı bana Basri abimiz yani oba beyimiz: Dağın güney kısmında bulunan rakımı düşük tepelerin üst düzlüklerinde karların erimesi sonucu biriken suların oluşturduğu göllerden geldiğini anlatmıştı bana. Kuyruksallamaz denilen zirvenin dağın en yüksek kısmı olduğunu ve bu ismin niçin verildiğini de bir bir dile getirmişti bana: Katırların kuyruk sallamasının sinek cinsi haşeratı kendilerinden uzaklaştırmak için olduğunu, haliyle bu tepede fazla rüzgarın esmesi nedeniyle sinek cinsi haşeratın olmaması nedeniyle katırların sallanan kuyruklara ihtiyaç duymamasından bu ismin verildiğini duymak bilgi dağarcığım için elbette güzel bir malumattı.
Kuyruksallamazın hikayesi öğrenildikten sonra o zirveye çıkılmak istenmez mi?
Sürü nöbeti kendisinde olmasına rağmen dağa çıkma teklifimizi bir an bile tereddüt etmeden kabul edip hoş karşılayan Fevzi bey kardeşimizin mihmandarlığında dağa tırmanarak zirveye ulaştığımızda Sivas, Erzincan, Elazığ ve Malatya'ya ait birçok yeri görme imkanı bulmuştuk. Gerçekten kuyruksallamazmış dedirten bir rüzgar eşliğinde varmıştık zirveye... Tarihler Ağustos'un yedisini gösterdiği bir yaz sıcağında üşümeyi de tatmıştık hem de titreye titreye... Nefes alamıyorduk rüzgarın şiddetinden...
Meğer dağa tırmanmanın da usülü varmış. Fevzi kardeşimizin yanına aldığı sular, böğürtlen tarhanası gibi enejik yiyecekler belki de bunlar kadar önemli olanı herbirimizin kullandığı asalar....
Çıkışıyla inişi ayrı yöntemle olan dağ yolculuğumuz çok keyifliydi. Fevzi çıkış ve inişimiz sırasında geçen dört saatlik yolculuğumuzda tüm tecrübelerini anlatmıştı bize. Elimizdeki değneklerin inişte ne kadar faydalı olduğunu kullanırken anlamıştık.
Dağın çeşitli ve rangarenk ot örtüsünün bu dağlarda otlayan hayvan sütlerinin kalitesinin nedeni olduğunu düşündüm. Maraş'ın dondurmasını kaliteli yapan sütün kaynağının keçilerin özel bir dağın yaylasından yedikleri ottan geldiği misali. Ülkemizde bölgesinden kaynaklı daha nice kıymeti haiz varlık ve ürünümüz var mesela; Kangal köpeğinin sadece kendi bölgesinin ikliminde yetişmesi, kaysının Malatya ovasına has olduşu ve Ağrı'nın lezzetli eti sadece birkaç örnek.
Yıllar öncesinde Göldağı'na yolların açılmasını beklemek şurada dursun hayali dahi mümkün değilken bugün, her iki cephesinden dağa çıkışları sağlayan yolları görmek yöre ve ülkem adına gurur vericiydi.
Gezip ibret almak Kur'ani bir tavsiyedir. Bu tavsiyeyle birlikte gerçekleştirdiğimiz gezi aynı zamanda sıla-i rahim oldu bizim için.
Bu yıl ki iznimizde dünya hengamesinden uzak, dupduru bir mekanda, saf ve temiz kalmayı becermiş güzel insanları görmek ruhumuza ilaç gibi gelmişti. Gezmekten murat da bu olsa gerek. Şimdiden bir yıl sonraki iznimin planlarını yaptım bile; tabi ki ömür varsa ve imkan elverirse...
Dünya, güzel insanlarla güzeldir. İyi ki varsınız güzel insanlar ...
Mustafa Salim
10 Ağustos 2024, Malatya